| 6 saat yürüp koştum. Bitap düşmüştum. | I walked and ran for 6 hours. I fell exhausted. |
| akıl etmek | to mind |
| Arkadaşım her zaman çok misafirperver. Haftasonları o evine ben davet ediyor. Geceler ben onun kapıyı çalabilirim. | My friend is always very welcoming. At weekends he invites me to his house. At night I can knock on his door. |
| bestelemek | compose |
| birikmek | pile up |
| bitap düşmüş | worn-out |
| Çalışma birikiyor. | Work is piling up. |
| çalmak | knock, play, steal |
| çekil | withdrawn |
| çıkılmak | to exit |
| cırcır böceği | cricket |
| dağlar | mountains |
| Dağlar, ovalar ve tarlalar çok güzel. | Mountains, plains and fields are very nice. |
| Dans onların doğası | Dancing is in their nature |
| davet etmek | invite |
| Deniz derinlikler çok. | Sea depth is a lot. |
| derinlikler | depth |
| dışarıda kimsecikler yoktu | There was nobody outside |
| duyulurdu | it was heard |
| Erken sabahları dışarıda kimsecikler yoktu. | Early in the morning there was not a soul out there. |
| eşlik etmek | accompany |
| Geç kalmak akıl edmiyorum. | I do not mind arriving late. |
| Gitar çalmak senin doğası | Playing guitar is in your nature |
| görünce | seeing |
| hayıflanmak | regret |
| karınca | ant |
| karşılanmak | to meet |
| Kuşların yuvalarıde yumurtalar var. | Eggs are in the bird nests. |
| misafirperver | hospitable |
| misafirperverliğinden | the host |
| Müzik beni sevinç veriyor. | Music gives me joy. |
| müzik onu doğasıydı | Music was her nature |
| nefes alıp vermek doğal bir şey | a natural thing to breathe |
| Nelly Furtado karşılanmak istiyorum. | I would like to meet Nelly Furtado. |
| ovalar | plains |
| sevinç | joy |
| sürdürüyordu | he continues |
| tarlalar | fields |
| tutku | passion |
| Yoga benim doğası | Yoga is in my nature |
| yuvalar | nests |
| zaman son gibi | like last time |
| zavallı | miserable |